PATRİK GENEL VEKİLİ BAŞEPİSKOPOS ARAM ATEŞYAN’IN 19-20. YÜZYILLARDA TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ “KAYNAŞMA-KIRGINLIK-AYRILIK-YENİ ARAYIŞLAR” ULUSLAR ARASI SEMPOZYUMU KONUŞMASI

Kategori: Belgeler,Cismani

aram sirp

19-20. YÜZYILLARDA TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ
“KAYNAŞMA-KIRGINLIK-AYRILIK-YENİ ARAYIŞLAR”
ULUSLAR ARASI SEMPOZYUMU
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ
5-9 Ocak 2015, İstanbul
—-

19-20. yüzyıllarda Türk-Ermeni İlişkileri “Kaynaşma-Kırgınlık-Ayrılık-Yeni Arayışlar” temalı uluslar arası sempozyuma katılım daveti için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na teşekkür ederim.

Değerli katılımcılar,

Türk-Ermeni ilişkileri söz konusu olunca Türkiye Cumhuriyeti’ne  vatandaşlık bağıyla bağlı Ermeni vatandaşların teşkil ettiği Türkiye Ermenileri cemaatinin, Ermeni Diasporasının ve Ermenistan Cumhuriyeti’nin farklı hukuki oluşumlar olduğunun göz ardı edilmemesinin yararlı olacağı kanaatindeyim.

Türkiye Ermenileri Patrikliği, gündelik yaşamında Türklerle bir yaşam diyalogu içinde olan  Türkiye Ermeni cemaatinin ruhani merkezidir. Konumu itibariyle siyasetten uzak kalması gerekli olan Patriklik makamı, Türk-Ermeni ilişkileri söz konusu olduğunda bu konuya iyi niyetle yaklaşmakta, ve esas konumuna ters düşmeden, yapıcı telkinlerde bulunmayı da bir görev addetmektedir. Türkiye Ermeni cemaatinin üç kutsal değeri vardır: Ermeni milletine olan aidiyeti, Hristiyanlık inancı ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı sıfatı. Türkiye Ermenileri bu üç kimlik değerlerine her zaman sadık kalmaya özen gösterdikleri; özellikle de Patrik Mesrob II Hazretleri’nin bu konudaki duyarlılığı, konuyla ilgilenenler tarafından bilinmektedir. Bu bağlamda ve bu ölçüler sınırında kalarak huzurunuzda kişisel görüşlerimi paylaşmak istiyorum.

Anadolu toprağı asırlardan beri var olan Türk-Ermeni ilişkilerinin beşiğidir. Bu ilişkilerin tarihi ise, bu beşikte birlikte büyümüş, birlikte yaratmış, birlikte birçok olumlu gelişmelere imza atmış iki çocuğun yaşam hikayesidir.

Ne yazık ki 20. yüzyılın ilk yarısında I. Dünya Savaşı’nın acı dolu günlerinde cereyan eden olumsuz olayların bu iki çocuğun ilişkilerinde bir kırılma noktası oluşturduğuna tarih ilmi tanıklık etmektedir. Fakat Ermenistan ve Diaspora Ermenileri nezdinde Türk’ün zalim, Ermeni’nin mazlum, Türkiye cephesinde Ermeni’yi zalim ve asi, Türk’ü mazlum olarak tanıtan görüşleri ileri sürenler, esasında hakkında hemen hemen hiç konuşulmayan bir gerçeği göz ardı etmektedirler.

I. Dünya Savaşı’nı Türkler veya Ermeniler çıkarmadı. Tıpkı, Osmanlı Devleti’nin duraklama, gerileme ve yıkılış dönemlerinin sorumlusunun Ermeniler olmadığı gibi. Fakat bir gerçek var. Osmanlı Devleti’nin devlet otoritesinin zaafa uğramasından Ermeniler zarar gördüler.

Anadolu’da cereyan ettiği anlatılan olayların kökeninde Osmanlı Devleti’ni zaafa uğratan dış mihrakların olumsuz etkilerinin yok sayılması, birçok sorunun irdelenmesinde yardımcı olamayacağı gibi, sorunları daha da çözümsüz ve karmaşık hale getireceği muhakkaktır.

Osmanlı Devleti’nin tebaa milletlerini birbirlerini yaralayıcı tavırlar takınacak konuma getiren dış etmenlerin doğru değerlendirilmesinin, Türk-Ermeni ilişkileri hakkında günümüzde doğru saptamalarda bulunulması açısından önemli olduğunu düşünüyorum.

Türklerin ve Ermenilerin ortak tarihlerinden sadece olumsuzlukları konuşmanın kimseye bir şey kazandırmayacağı açıktır. Olumlu etkileri olacak davranışların olumlu tepkilere, aksine olumsuz etkileri olacak davranışların da olumsuz tepkilere yol açacağı açıktır. O halde kısır döngülerin artık kırılmasının gereğine inanıyorum. Bu konuda 24 Nisan 2014 tarihinde Başbakanımızın, günümüzün Cumhurbaşkanı  Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yayınladığı mesaj gerçekten bir dönüm noktası ve Anadolu’nun bağrında savaşın acılarını tatmış müslim-gayrımüslim Osmanlı vatandaşlarının hatıralarına gösterilen saygının bir ifadesi olmuştur. Mesajda belirtilen “Her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı esnasında, tehcir gibi gayrı insani sonuçlar doğuran hadiselerin yaşanmış olması, Türkler ve Ermeniler arasında duygudaşlık kurulmasına ve karşılıklı insani tutum ve davranışlar sergilenmesine engel olmamalıdır” sözlerin,  gerçekten de geleceğe doğru açılmış bir kapı olduğunu düşünüyoruz. Bu yaklaşımın küçümsenmemesi, aksine her iki tarafta olumlu adımların atılmasına zemin hazırlaması gereklidir.

Kadasetli Patrik Mesrob II Hazretleri’nin Türk-Ermeni ilişkilerinin olumlu yönde gelişmesi için iki halkın birbirlerinin acılarını paylaşmasının bir nişanesi olarak Türkiye-Ermenistan sınırında ortak bir anıtın dikilmesini ve bu anıtla her iki milletin bağırlarında açılan yaralara acılara saygı gösterilmesini farklı platformlarda önerdiğini, merhum Patriklerimizden Şınorhk I Hazretleri’nin ise savaşta yaşamlarını yitirmiş insanları anarken, insanlığın bu tür felaketlerden uzak kalması için dua ettiklerini biliyoruz.

Yaşanmış acıların, kederlerin unutulamayacağı, fakat bunların bir intikam alma vesilesi olmasından da bir yarar görülemeyeceği de açıktır. Maddi ve manevi, en önemlisi ise insan kayıplarının hiçbir zaman geri getirilemeyeceği de unutulmamalıdır. Anadolu beşiğinin iki çocuğu bugün sakatlanmış durumda. Bu sakatlığın tedavi edilmesi, sakatlanmış iki çocuğun el ele yürümesi ve hatta sağlıklı geleceğe koşması bir gerektir. Bu sakatlığı tedavi edecek hekimler, Türk ve Ermeni taraflarının insan haklarına saygılı, sağduyulu, vicdan sahibi, önyargılardan uzak hekimleridir. Sakatlığı tedavi edeceğini vaat eden ve tarafları umutlandıran yabancı hekimlerin ise sakatlığın giderilmesinden ziyade sakatlığı daha da ilerletecekleri açıktır. Özellikle parlamentoların, asli görevleri olan yasamayı bir yana bırakıp, yargıçlığa, hele hele uzmanı olmadıkları tarih konusunda kararlar oluşturma mekanları haline gelmelerini anlamak mümkün değildir. Bu parlamentolar doğruyu yaptıklarını iddia edebilirler. Bu parlamentolara sormak gerek. Eğer yaptığınız doğruysa neden yüzyıl beklediniz? Yok eğer yaptığınız doğru değilse,  yanlış üzerinde ısrar etmek, yanlışı emsal almak niye? Ermeni sorununun uluslar arası platformlarda iskambil kağıdı destesindeki joker olarak kullanılmasına bir son verilmesinin zamanı gelmiştir.

Sorumluluk almamanın, sadece diğer tarafı suçlamanın her iki halkın ilişkilerinde kısır döngüye  yol açacağı açıktır. Sadece karşı tarafı suçlamanın, her iki taraf için tek kale futbol maçı niteliğinden öteye gitmeyeceği aşikardır. Özellikle akademik alanda yapılacak nitelikli çalışmalar bu ilişkilerdeki tıkanıklığın kısmen de olsa açılmasına katkıda bulunacaktır. Günümüzde Ermenice bilmeden, bu dilde yayınlanmış olumlu veya olumsuz yayınların içeriği hakkında bilgi edinmeden birlikte yol kat etmenin mümkün olamayacağı en azından bilimsel bir gerçektir.  Aynı gerçek, Türkçe’yi ve Osmanlıca’yı bilmeyen kesim için de geçerlidir. Bu nedenle her iki halkı ilgilendiren yayınların, özellikle tarihle ilgili yapıcı eserlerin çevirilerinin yapılması ve her iki dilde yayınlanmasının yararlı olacağını düşünüyorum. İtiraf etmek gerekir, ki bu eserlerin yayınlanması bilgisizlik karanlığını yaracak karanlığın yarılması ise şüphe ve korkuyu ortadan kaldıracaktır. Düşünceleri farklı dahi olsa, insanların birbirlerini kırmadan bir konu hakkında tartışmaları artık çağımızın bir gereğidir. İfade etmek gerekir ki, Türkiye’de Türk-Ermeni ilişkilerini konu alan kitap ve dergiler yayınlanmakta. Hatta aynı konuda zıt fikirler savunan eserleri kitaplıklarda veya kitap evlerinde bulmak mümkün. Yayın alanındaki özgürlüğün bir işareti olan bu olumlu gelişmenin her kesimde yer bulması dileğimizdir. Unutmayalım: “Bilenle bilmeyen bir olamaz”.

Her iki halkın tarihini inceleme durumunda olanların, birbirlerini sübjektif duygularla küçümsememeleri ve derinlik yoksunu ithamlardan sakınmaları çok önemlidir. Unutulmaması gerekir ki, her iki halk tarihin farklı dönemlerinde uygarlık eserleri yaratmışlar; mimari, edebiyat, müzik gibi sanat alanlarında değerli eserlere imzalar atmışlardır. Bu başarılardan övgüyle bahsedilmesinin iki halkın negatif duygulardan sıyrılmasına katkıda bulunacaktır.

Sivil toplum örgütlerinin, basın, ticaret ve sanayi, güzel sanatlar ve edebiyat çevrelerinin karşılıklı ziyaretleri, en azından bir tanışma fırsatı olacaktır. Bu tanışmanın ilerideki aşamalarında önyargıların yıkılmasına, daha ilerisinde ise işbirliğine, birlikte güzelliklere imza atılmasına vesile olacaktır. Bazı çevreler bu gerçeği bir rüya olarak algılıyor olabilirler. Fakat, her şeye rağmen, bu rüyayı gerçek yaşama çevirecek kişilerin sayılarının da azımsanmayacağı da unutulmamalıdır.

Diyalog söz konusu olduğunda Ermeni Kilisesi’nin büyük bir azizinin sözlerini paylaşmak isterim. Anadolu’nun bağrında yetişmiş Rumkale’li Aziz Nerses, kilisemiz tarihindeki ismiyle Surp Nerses Şınorhali, kendisinin de büyük gayret sarf ettiği kiliselerin birleşmesi konusunda Bizans tarafına yararlı telkinlerde bulunduğunu biliyoruz. Aynı zamanda Dünya Ermenileri Katolikosu olan Rumkaleli Aziz Nerses, önerileriyle ışık tutmaya devam ediyor. Buna göre, “Taraflar alçakgönüllü olmalı, savaşa giden bir kumandan gibi davranmaktan uzak kalmalıdırlar. Çünkü zor kullanarak ayrılıklar yok edilemez. Eğilmiş ağacı düzeltmek için zor kullanmak ağacın kırılmasına neden olur. Farklılıklar nedeniyle taraflara hor gözle bakılması  gereksiz ve yararsızdır. Nifak tohumları ekmek ayrılığı körükler. Taraflar ilişkilerinde eşit ölçüde söz sahibidirler”. Sekiz yüzyıl öncesinden günümüze ulaşan bu sesin her kesimde yankı bulmasını diliyorum.

Türkiye ve Ermenistan Cumhuriyetlerinin iki komşu devlet olduklarının ve bu coğrafyada birlikte yaşamak zorunda olduklarının yadsınamaz gerçeklerinin bilinciyle, müspet ilişkiler içinde olmaları yöre insanları için bir kıvanç ve ümit kaynağı olacaktır. İnanıyorum ki, Türkiye ve Ermenistan halklarının acıları dinecek, yaralar sarılacak ve bu mutlu gün birlikte selamlanacaktır. Bunun gerçekleşmesi için, düşmanlığı körükleyen kin ve nefret söylemlerinin sarsılmaz bir azimle terk edilmesinin doğru olacağını düşünüyorum. Zira kanın kanla yoğulmayacağı muhakkaktır. Bu geceden itibaren Noel Yortusu’nu kutlamaya başlayacağız. Dünyaya, özellikle de bölgemizde barış ve esenliğin hakim olması için bu kutsal günde dua edeceğiz. Tanrı, barışa esenliğe ve kardeşliğe hizmet etmek üzere yola çıkmış olanların çalışmalarını bereketlesin.

Bu sempozyumun hayırlara vesile olmasını diler, tüm katılımcıları selamlarım.